Kavramların Gerçekliği
Kavramlar, tarihsel süreç içerisinde ve nesnel koşullarda gerçek tanımını bulur. Şayet kavramlara yüklediğimiz anlam, nesnel koşullarda ve tarihsel süreçte karşılığını bulmazsa kendi tanımlamamızdan yola çıkarak o kavrama yüklediğimiz anlam gerçekliğini yitirir.
Bugün Türkiye’de en çok anlam kaymasına uğrayan iki kavram var: Kemalizm ve sosyal demokrasi. Muhafazakâr kesim, tarihsel bagajındaki olumsuzlukları Kemalizm’le özdeşleştirirken aslında çoğu zaman sosyal demokrasinin yarattığı siyasal kültürü eleştiriyor. Diğer yanda, kendini “Atatürkçü” olarak tanımlayan sosyal demokratlar da savundukları değerlerin kaynağını, Kemalizm’de arayarak başka bir yanılsamaya düşüyor.
Oysa ne sosyal demokratların savunduğu şey Kemalizm’dir, ne de muhafazakârların eleştirdiği şey Kemalizm’dir.
Kemalizm’in Felsefi Omurgası
Kemalizm’in felsefi temeli kısaca şöyle özetlenmiştir: “Tarihte determinist, icraatta pratik maddiyetçiyiz.”
Bu anlayış altı ilke ile somutlaşır: Cumhuriyetçilik, Milliyetçilik, Halkçılık, Devletçilik, Laiklik ve Devrimcilik.
Kemalizm’in bu ilkelerinin oluşmasında işte bu felsefeyi görüyoruz. Batı devrimlerinin etkisiyle Cumhuriyetçilik ve Milliyetçilik, Sovyet devriminin etkisiyle Halkçılık ve Devletçilik, Türk milletinin kendi pratiğinden doğan Laiklik ve Devrimcilik..., Bu ilkeler, Kemalizm’in hem felsefesini hem programını oluşturuyor.
Kemalizm, hiçbir akımı birebir ithal etmez, milletin kendi tarihsel olgunluk seviyesine göre ve gerekli olduğu ölçüde uygular. Bu da tamamen gerçeklikle örtüşür ve toplumun bu programa göre modellenmesini kolaylaştırır. Hiçbir topluma önünde duran sorun ve çözüm dışında bir şey dayatamazsınız.
Altı İlkenin Hayattaki Karşılığı
Tarihin gerisine düşen imparatorlukların, yerini milli devletlere bırakması tarihsel bir zorunluluktu. Türk milletinin önünde duran bir sorundu. Cumhuriyet ise yine Türk milletinin önünde duran yegâne çözümdü.
Emperyalist devletler, sanayi devriminin gerisinde kalan coğrafyaları istila ve işgalle talan etme yoluna girmişken milli bir devlet kurmak Türk milleti için kaçınılmazdı. Milliyetçilik yine Türk milletinin önünde duran bağımsızlık sorununun yegâne çözümüydü.
Milli devletin kurumsallaşması, milletin gücünün örgütlenmesi ve özellikle ekonomide bağımsızlık sorunun tek çözümü Devletçilikti.
Türk milleti içinde eski toplum modelini temsil eden sınıfların kaldırılması vatandaşlık bilincinin gelişmesi, kaynakların halka adaletli şekilde dağıtılması, kederi eşit şekilde paylaşanların refahı da eşit şekilde paylaşması ve toplumsal eşitliğin sağlanması sorunu ise yalnızca Halkçılıkla çözülebilirdi.
Bin dört yüzyıl boyunca, geniş bir coğrafyada milyonlarca insanla etkileşim içerisinde olmuş, farklı coğrafyalarda farklı yorumlar ve akımlar üretilerek mezhepler, geliştirmiş ve uğradığı her toplumun kültür havzasında yoğrulmuş büyük bir dine sahip bir milletiz.
Halkımız bu tarihsel süreç içerisinde uygulama alanında çok farklı yorumlara uğrayan, ortaçağ döneminden kalan tarikat kurumları altında, farklı kurallarla yaşamaktaydılar. Bu farklılıklar devlet yönetimi içinde de yaşandığı için kurumların işleyişine zarar vermiş ve devlet örgütünün zayıflamasına sebep olmuştu.
Artık yeni dönemde devlet kurumlarının işleyişini belirleyen bir hukuk sisteminin milli devlete uygun bir prensiple şekillenmesi zorunluydu. Bu sebeple dini kuralların yalnızca inançlarda özgürce uygulanabileceği bir alan yaratılmalıydı. Ancak devletin de bu inançlara eşitçe davranabileceği bir sistem kurması gerekiyordu. Laiklik işte bu sorunun tek çözümüydü.
Yukarıda bahsettiğim programın uygulamalarına bakacak olursak TBMM’nin kurulması Saltanatın ve Hilafetin Kaldırılması Cumhuriyetçilik ve Halkçılık…
Kurtuluş savaşının verilmesi, dil devrimi, limanların millileştirilmesi, Türk dil kurumu, Türk tarih kurumu vs. kurumların kurulması, Milliyetçilik…
Devlete bağlı işletmelerin kurulması, planlı ekonominin uygulanması vs. uygulamalar Devletçilik…
Tekke zaviyelerin kapatılması, Diyanet’in kurulması, eğitim öğretimin birleştirilmesi, Halkçılık ve Laiklik ilkeleri diye özetlenen programın uygulamalarıydı. Tabi bu uygulamaların çok daha fazlası var.
İşte bu programların işleyebilmesi ve toplumun sürekli gelişmesi için kendi tarihsel köklerine dayanan ve muasır medeniyetlerden de katkı alan anlayışın, tanımı ise Devrimciliktir.
Devrimcilik bu ihtiyaçların tek çözümüydü. Programın kilit unsuruydu. Toplumlar büyük çıkmazlara girdiği zaman bu çıkmazlardan ancak ve ancak devrimcilikle çıkar.
Mustafa Kemal ATATÜRK’e Kemalizm nedir sorusu sorulduğunda verdiği cevap çok net ve pratiktir: “Türk devrimin başlangıcından bugüne kadar yaptığı işler.”
Tarihsel Sapma: Sosyal Demokrasi ve Yabancılaşma
Türkiye’deki Gladyo yapılanmasının en büyük propagandası, milliyetçi muhafazakâr kesim içinde Kemalizm düşmanlığı oluşturmaktı. Bunu da FETÖ marifetiyle yıllarca yaptılar. 1945 sonrası yaşadığımız NATO sürecinde, sosyal demokrasi yoluyla Kemalizm’den sapmanın yarattığı bütün olumsuzluklar, yani batıdan aldığımız bütün çürüme unsurları FETÖ propagandasıyla Kemalizm’e mal edildi.
Bunun karşılığında 1939’dan itibaren devrimlerden vazgeçerek batıya teslim olan CHP, sosyal demokrasi çizgisini “Altı okun evrensel yorumu” gibi bir propagandayla toplumun laik diye adlandırılan kesimlerine benimsetti. Oysaki Atatürk, Sosyal demokrat bir partinin kurulmasına dahi müsaade etmemiştir. Sosyal demokrasiyi bir tehdit ve tehlike olarak görmüştür.
Bugün toplumumuzda milliyetçi muhafazakâr diye adlandırılan kesim, büyük ölçüde aslında bu devrimlere sahip çıkanlardandır. Zira 15 Temmuzda da sahip çıkılan şey buydu. Yüzlerce insanımız Kemalist devrimin kurumlarını korumak için şehit oldu. 15 TEMMUZ sonrasında NATO tatbikatlarında hedefe Cumhurbaşkanımız Erdoğan ve ATATÜRK konuldu. Batı basınları Erdoğan’a İslami Kemalist dediler. (Foreign Policy, 27.10.2016) (Rainer Hermann, FAZ, 07.08.2017)
Ne Sen Kemalistsin Ne de Sen Antikemalist
Bugün ise ne milliyetçi muhafazakâr kesim içinde dillendirilen ve eleştirilen şey Kemalizm’dir, ne de laik kesim diye adlandırılanların savunduğu şey Kemalizm’dir. Bir kesimin Kemalizm zannederek vurduğu şey aslında sosyal demokrasi, diğer kesimin de Kemalizm diye savunduğu şey aslında yine sosyal demokrasidir.
Bugünün Devrimciliği: Bölgesel İttifak ve Üretim Devrimi
Burada iki kesim içinde ortak bir payda bulunuyor o da Kemalist devrimin ta kendisidir. Bugün Kemalist devrim bize ne anlatıyor? Akdeniz’de ABD-İSRAİL eksenli batı tehdidine karşı ittifak potansiyelimizi kurgulayıp TRİÇ ittifakını kurmayı anlatıyor. Aynı eksenin yaratmış olduğu ekonomik savaştan ise sistem içi enflasyon-faiz çıkmazlarıyla satranç oynayarak değil, üretim devrimiyle başarıyla çıkacağımız anlatıyor.
Son Söz
Kemalizm, bugün 10 Kasım anmalarına zenginlik katarak, gece nöbetleriyle gösteriş yapıp sözde ATATÜRKÇÜLÜKTE yarışmayı değil, DEVRİMCİ olmayı emrediyor. Bugünün devrimcilik ilkesinin ise ÜRETİM DEVRİMİ olduğunu söylüyor.
Tüm bu gerçeklere rağmen, bir kesim sosyal demokrat kalıp şekilcilikle nöbet yarışlarına mı girecek? yoksa devrimci mi olacak? Diğer kesim yanlış propagandanın etkisinden kurtulup neyin sosyal demokrasi neyin Kemalizm olduğunun farkına mı varacak? Yoksa kısır tartışmalarla tarihin gerçekliği içinde eriyecek mi?
BUGÜN 10 KASIMDA BU SORULARIN CEVABINI BULMAK DİLEĞİYLE ATAMIZI SAYGIYLA ANIYORUZ.